Ahmet adlı genç o gün diplomasını koltuğunun altına almış, fakülteden ayrılıyordu. Kendisini, özgürlüğe kavuşma özlemiyle izleyen onlarca bakışın tadını çıkararak, dışarıdaki dünyaya katılmak üzere yola koyuldu. Günlerce yol aldı. Sonunda büyük bir insan kalabalığına ulaştı. Kalabalık gerçekte, erkek ve kadınlardan oluşmuş, geniş ve uzun bir insan kuyruğuydu. Sıradakilerin yüzlerinde kaygılı bir bekleyiş vardı. Ahmet bu görüntüyü ağzı açık bir şekilde izlerken sıra uzamaya devam ediyordu. Sürekli bir karışıklık ve itişme-kakışma gözleniyordu. Ahmet de itişe kakışa sırada bir yer buldu. Bir süre bekledikten sonra çevresindekilerle bir konuşma başlatmayı denedi. Önündeki kadına 'Bu sıra nereye uzanıyor?' diye sordu. 'Şişşşt!' diye tersledi kadın. Ahmet'in safça bakan gözlerini görünce, 'Ben de bilmiyorum.' diye yumuşak bir sesle yanıtladı.
Kadının önünde yer tutmuş bir adam, 'Ben biliyorum' diye söze karıştı. 'Tepedeki büyük mailikhaneye uzanıyor. Bakın, bakın, ufukta görebilirsiniz. Orası ayrıcalıkların yeridir. Elbette içeri giriş sınırlandırılmıştır. Yoksa ayrıcalıkların evi olamazdı. Günün birinde ben de oraya ulaşacağım.'
Bu bilgiler Ahmet'i sevindirdi. Okulu terk eder etmez, kısa zamanda doğru sırayı bulmuştu. Beklemeye başladı. Ancak sıra bir türlü ilerlemiyordu. Ahmet önündeki adama: 'Sırada beklerken zamanı nasıl geçiriyorsunuz?' diye sordu. Adam: 'Kaygılanır dururuz' diye yanıtladı. 'Kalabalığa kimler girecek, elbiselerimizi nasıl ütülü tutacağız, görüntümüzü nasıl koruyacağız, her zaman nasıl hazır olacağız diye kaygılanır, dururuz.'
Ahmet bir an düşündü; kaşlarını çatarak, 'Ben bu duruma fazla dayanabileceğimi pek sanmıyorum!' dedi.
'Biraz daha bekle; alıştığını göreceksin' diye yanıtladı adam, 'Ayrıca birazdan yeni öyküyü de duyarız.'
'Yeni öykü mü?'
'Birisinin malikaneye girişine izin verildiğinde haber bize kadar ulaşır. Bak göreceksiniz; haber dalga dalga yayılır. Sonuçta bu haberler bizi oldukça yüreklendirir. Bu öyküler bizim için bir esin, bir duygu kaynağıdır. Çoğu kez göz yaşlarımızı tutamayız.'
Bu konuşma üzerine Ahmet beklemeyi sürdürdü. Ancak bir türlü yerinde duramıyor, ayak değiştiriyor, geriniyor ve sürekli olarak içinde bir tedirginlik duyuyordu. Cesareti kırılmaya başlamıştı. Ardında insanlar birikiyor, sıra ilerliyormuş gibi görünüyordu. Sıra gerçekten ilerliyor muydu? Bir türlü emin olamıyordu.
Sonunda bekleyemez oldu. Ayakları onu sıranın dışına doğru taşıdı. Sıradaki insanlar başlarını onaylamaz bir tavırla iki yana saladılar. Ona acıyanlar oldu. Hatta bazıları alay ettiler.
Ahmet sıra boyunca yürürken kimileri ona kötü kötü baktılar. Küfredenler oldu. Bir bölüm ise öğüt vermeyi yeğlediler. 'Pişman olmadan, çok geç kalmadan sıraya gir' dediler. Ahmet sıra boyunca yürümesini sürdürürken gittikçe insanların yaşlandığını görüyordu. Derken, saçı ağarmış insanların başlarının üzerinden, malikanenin paslı kapısı göründü... En önde olanlar arkalarındakilere yatıştırıcı öğütler veriyorlardı. Diğer gri saçlılar da söylenenleri başlarıyla onaylıyorlardı.
Ahmet, umut dolu yüreğine kötümserliğin yürüdüğünü hissetti. 'Ne uzun bir yolculuk' diye mırıldandı. 'Böyle her yıl bir giderek kentin bir sokağından diğerine ulaşmak bir ömür boyu sürebilir.'
Ahmet elden bir şey gelmeyeceği bilinci ve umutsuzluğu içinde bahçe çitinin kenarından yürümeye koyuldu. Bir süre sonra çitin kıvrıldığını ve malikanenin arka kapısında sona erdiğini gördü. Malikanenin arka kapısı açıktı, yüreğinin hızlanan sesini duyarak kapıdan içeri girdi.
Bir düzine insan hep bir ağızdan 'Hoşgeldin!' diye bağırdılar. 'Gel içeri buyur.' diyerek ona oturacak yer gösteriyor, içecek ikram ediyorlardı. Oturdu. Birisi elini sıkıp, 'Evine hoşgeldin!' dedi
'Yani burada kalabilir miyim?' diye sordu Ahmet.
'Elbette, Hedef'e ulaştın.'
'Peki sıradakiler ne olacak?'
'Onlar bekleyecekler...'